Ağustos’u Sevmiyorum!

Takriben yirmi beş yıl önceydi; Ağustos’un sonlarına doğru yeryüzü kavurucu sıcaklığın etkisiyle yaşanmaz hale gelmişti.

Ağustos’u Sevmiyorum!

Takriben yirmi beş yıl önceydi; Ağustos’un sonlarına doğru yeryüzü kavurucu sıcaklığın etkisiyle yaşanmaz hale gelmişti.  

Meteoroloji yetkilileri, havanın aşırı sıcak olması münasebetiyle vatandaşlara saat on ile on altı arası dışarıya çıkmamaları yönünde kitle iletişim araçları aracılığıyla uyarı yapıyordu!

Termometreleri anlamlandıran rakamlar kırk dokuz-elli dereceyi göstermekteydi. 

Aman Allah’ım! Bu ne sıcaklık… 

Güneşe yumurta koysan pişecek kadar sıcak bir hava hâkimdi! 

Işınlarıyla evreni ateşe veren güneş, adeta yeryüzüne inmişçesine tabiatı tahribata uğratmıştı! 

Canlı varlıkların tümünde mahşeri atmosferi andıran olumsuzluklar belirmişti!..

Toplumun her ferdi gibi bende sıcakların etkisiyle bunalmış, olumsuz psikolojiye düçar olmuştum!

Böyle bir ortamda hafta sonunu fırsat bilerek, köyümüze (Bozhöyük) gidip hem amcamlarla bol bol hasret giderdim, hem de amcam oğlu Mahmut ile birlikte köyümüzün yakınındaki ‘Çakal Çayı’na gittik, saatlerce suya balıklama dalıverip serinlemeye çalıştık. 

Akşama doğru eve dönerken, açlıktan zil çalan midemizi enfes bir ziyafetle tıka basa doldurduk. 

Günbatımından hemen sonra Mahmut ile beraber taze üzümden atıştırmak amacıyla köyün güneydoğusunda bulunan ve amcamlara ait olan bağa doğru yola koyulduk.  

O akşam, gökyüzünde mehtaba eşlik eden sayısız yıldızları seyre dalarken, içime sağanak sağanak sevgi ve muhabbet yağmurları yağıyor gibiydi...  

Hele o güzelim yıldızlara tatlı gülücükler saçan bir dolunay vardı ki; aman Allah’ım!... Ay bu kadar mı güzel olurmuş.

Sanki fersahlarca uzaklardan bize el sallıyormuşçasına sevgi ve şefkatle kollarını açmış, tebessümce gülücükler saçıyordu. 

Bir taraftan gökyüzündeki eşsiz güzelliği seyre dalarken, öte taraftan üzümün en mükemmelini bulup yemek için yoğun bir koşuşturma temposuyla oradan oraya koşuyoruz. 

Böyle bir hengâmede bizim Mahmut avazının çıktığı kadar “Bilaaaaaaaaaaaaaallll” diye seslendi!!!

Zevkten dört köşe olduğum bir zaman diliminde, Mahmut’un çığlıkları duyu organlarımın zarını neşterledi, ani bir irkilmeyle birlikte tir tir titremeye başladım! 

Sanki dizlerimin bağı çözüldü, yüreğim yerinden söküldü, mecalsiz bir halde kendimi oracıkta kaybetmişim meğer!

Bereket versin ki kısa sürede toparlandım, kendime geldim ve Mahmut’un sesine doğru koşuverdim!  

Tam yaklaştığım bir anda, tahminen iki metre uzunluğundaki boz yılan, xışşşşşşşşşşşş diye ses vererek, sürüne sürüne uzaklaştı oradan!

Mahmut; “Bilal başım çok fena ağrıyor, hiç halim kalmadı” dedi ve aniden yere yığılıverdi! 

O anda neye uğradığımızı şaşırdım!

Koluna baktım, birde ne göreyim; geçen her salise şiştikçe şişiyordu!..

Peşinden kusmaya başlayan zavallı Mahmut’un içler acısı hali, telaşa gark etti beni.

Zaman kaybetmeden ivedilikle yere oturup bağdaş kurdum ve başını dizime koydum.

O an gözlerini bir yumdu garibim, ilelebet açmamak üzere derin bir uykuya dalıverdi!..

İşte bu nedenle Ağustos ayını sevmiyorum! 

Selam, sevgi ve gönül dolusu muhabbetlerimle…  

 

Bilal KARADAĞ

bkaratag02@gmail.com