Yıkım Ekibi

Depremin üzerinden tam 6 ay geçti. Şöyle geriye dönüp baktığımda 6 saat bile geçmemiş gibi.

Yıkım Ekibi

Depremin üzerinden tam 6 ay geçti. Şöyle geriye dönüp baktığımda 6 saat bile geçmemiş gibi.
 Bilmiyorum bir başkasını ama ben o yaşanan acıyı travmaları unutamıyorum, aklımdan çıkartamıyorum. 

Yaşanan o acılar halen taze, halen hüzün, çaresizlik, tükenmişlik, belirsizlik ve nihayetinde yıkılan binalar gibi iç dünyam enkaz halinde.  Evet, enkaz hiç bitmedi bitmiyor. Belki de unutmak istemiyorumdur. Kim bilir. Hayatın bir ucundan tutayım dedikçe, her şey de olduğu gibi o da elinden kayıp gidiyor. Nereye gidiyor niye gidiyor bilinmiyor. Bu yaşananlar ne kadar sürecek, neyin diyeti bedeli o da bilinmiyor. Beş aşağı, beş yukarı deprem bölgesindeki insanların durumu böyle.
Gözlemlediğim kadarıyla bu kadar enkaz ve bu kadar yıkımdan sonra insanlarımızın tahammül sınırı kalmamış, karşıdakine müsamaha gösterme, empati yapma, hoşgörülü olma ve benzeri insanı insan yapan hal ve davranışlar kiminde ya tamamen gitmiş veyahut yok denecek kadar azalmış durumda. Kimin gücü kime yeterse, beş dakika önce kendisine yapılan olumsuz bir davranışın acısını bir başkasına reva görür olduk. Ve bunu yaparken insani duygularımızı bir kenara bırakarak mutluluk değil haklı olmak adına yapıyoruz. Yaptığımız her yanlışın veyahut insani olarak yapmamız gereken fakat yapmadığımız her davranışın altında kendimizi haklı gösterecek bahaneler sunuyoruz. Sonuç mu? Herkes, her şeyden şikâyetçi. Alabildiğine memnuniyetsizlik, alabildiğine kırgınlık, alabildiğine şikâyet. Esnaf müşteriden,-müşteri esnaftan şikâyetçi, işçi işverenden- işveren işçiden şikâyetçi, ana baba evlattan-evlat ana babadan şikâyetçi.  Ne diyelim Allah sonumuzu hayırlı etsin. 
Şimdi diyeceksiniz ki, - “ Sen de toplumdan şikâyetçisin.” Hayır, şikâyetçi değilim ama bir şekilde durum tespiti yapmak istedim. Kimi katılır kimi katılmaz onu bilemem. Evet, toplum olarak büyük bir yıkım yaşadık, gerek maddi ve gerekse manevi olarak. Elbette yukarıda saydığım olumsuzluklar ve daha fazlası oluyor ve olacak, yaşanıyor ve yaşanacak. Asıl problem bunların yaşanması değil, asıl problem ve beni korkutan, bu yaşananların alışkanlık haline gelmesi, kronikleşmesi, kültürümüze işlemesi.  O zaman bin akıllı bir araya gelse bizi bu çıkmazdan kurtaramaz.
Gelelim Gölbaşı’ndaki yıkım ekiplerine, resmi olarak bilmiyoruz şu anda, kaçıncı firma yıkım ihalesini aldı da iş görüyor. Ancak ister işini dört dörtlük yapsınlar ister yapmasınlar her yıkılan ev Gölbaşı halkını manevi olarak biraz daha yıkıyor, biraz daha çökertiyor.  O yüzden halkımızın duyguları hassas, o yüzden kelebeğin kanadından bile incinir hale geldik. Çünkü yıkımı hiç görmesek de, yıkımdan sonra binanın boş alanı, sökülen ağacın gölgesinin eksikliği, kırık bir kaldırım taşı, sahibini arayan kedinin bakışı, başıboş köpeklerin yıkılan alanda durması, yuvası bozulan serçelerin haykırışı, iş makinalarının sesi bile içimizi titretiyor, bazen alışmış gibi yapsak da, aldırmıyor gibi davransak da aslında içimizin kanayan yaralarını göstermemek için takındığımız bir davranış bu. 
Bundan daha vahimi, yıkım ekibinin enkazda temin ettiği hurda malzemelerini yerinde ayrıştırması. Diğer deprem bölgelerinde bırakın yerinde ayrıştırmayı, enkazın taşındığı yer bile bölge halkının göremeyeceği kilometrelerce mesafelere taşınıyor. Bizim Gölbaşı’nda enkazlar Gölbaşı’nın tabiat olarak en muhteşem yerlerine hem de şehrin giriş noktalarına taşınıyor. Bu bile bırakın Gölbaşı halkını, dışardan gelen veyahut şehirlerarası yolu kullanan birçok kişiyi olumsuz etkiliyor. Varın siz Gölbaşı’nın sakinlerini düşünün. 
Bu enkazın büyük bölümü su akarı olarak Gölbaşı’nın ismini aldığı göllerin hemen üstünde, yarın öbür gün yağmur ve kar suları ile enkaz içinde bulunan onlarca zararlı kimyasallar önce bu zamana kadar doğallığını korumuş göl suyunu, ardından göl ve çevresindeki bitki örtüsünü ve gölde yaşayan balıkları, börtü-böceği, yerli ve göçmen kuşları zehirleyecek. En sonunda bunlardan faydalanan Gölbaşı halkını etkileyecek. 
Hem o kadar uzak bir zamana gitmeye gerek yok, şimdiden Gölbaşı’nda salgın hastalıklar almış başını gidiyor. Temmuz 23’de ailemi Gölbaşı’na getirmiştim. Birkaç gün sonra önce çocuklar sonra eşim ve bende bu salgından payımızı aldık. Gündüz işlerin peşine koşmaktan birkaç gün üst üste gece vakitleri acile gittiğimizde hastanenin tıklım tıklım dolu olduğunu herkes biliyor (yazık o acilde çalışan sağlık personeline insan üstü gayret ve yüzlerinde eksik olmayan tebessüm ile kendileri ilaç gibi geliyor insanlara). Ve hasta giriş sırasına bakınca gün sonuna kadar ortalama 650-700 arası olduğunu görmüştüm.
Şimdilik birkaç serum ve iğle ile geçiştirilen hastalıklar, herhangi bir tedbir alınmazsa alerji, cilt hastalıkları, solunum yolu enfeksiyonları, akciğer ve benzeri kanser türlerinin artmasını maalesef göreceğiz. 
Enkazın döküm yerinin Gölbaşı’nın hemen yanı başında olmasıyla beraber, diğer deprem bölgelerinde görmediğimiz şekilde enkaz ayrıştırma işlemleri de maalesef yerinde yapılmakta. Manevi olarak tükenmiş olan halkımızı daha fazla yaralayan bu durum sağlık acısından da hastalıkların kapısını daha fazla aralamakta. Ayrıştırma sırasında oluşan gürültü kirliliği tüm Gölbaşı’nı bir korku filmi platformuna dönüştürmüş durumda. Ayrıştırma sırasında enkaz içinde bulunan kimyasal boyalar, asitler, zehirli maddeler hem toprağımızı kirletmekte, hem havaya karışarak soluduğumuz havayı kirletmektedir.  Bu durum her aklıselim yetkilinin bir kez daha düşünmesi gereken bir durumdur. Yıkım ekibinin üç beş kuruş daha fazla kazanması adına zaten maddi ve manevi durumda kendisi enkaza dönmüş halkımıza reva görülmemelidir.
Peki, bunların çözümü ne?
Gerek belediye gerek kaymakamlık yetkililerince bir komisyon kurularak bina yıkımlarının çevre kirliliği, insan sağlığı ve kent kültürüne uygun yapılıp yapılmadığının denetlenmesi.
Yıkımın gündüz saatlerinde gerçekleştirilmesinin sağlanması.
Gerek yıkım sırasında gerek ise enkazın taşıma araçlarına yüklenmesi sırasında zehirli maddelerin toprağa, suya ve havaya karışmayacak şekil ve miktarda sulanması.
Enkaz içindeki hurda ve benzeri ayrıştırmanın şehir içinde yapılmaması
Şehir içinde enkaz veyahut başka malzeme taşıyan iş makinelerinin takip edecekleri yol güzergâhlarının belirlenmesi ve başka yola sapmalarının engellenmesi
Enkaz veyahut başka bir malzeme taşıyan iş makinelerinin takip ettiği araç güzergâh yollarının tamamının (enkaz noktasından- döküm sahasına kadar)  tozlaşma olmayacak şekilde düzenli ve eksiksiz sulanması.
Enkaz döküm alanlarının şehir doğal habitatının (Göl, akarsu, yeşil alan) ve şehir perspektifini olumsuz bir şekilde bozmayacak yerlere taşınması.
Daha çok söylenecek şey var ama neyse.
Selam ve dua ile sağlıcakla kalın.